Uşak otogarında şehiriçi servisler bir türlü konmadı! Vatandaş gece eve giderken korkuyor! Uşak otogarında şehiriçi servisler bir türlü konmadı! Vatandaş gece eve giderken korkuyor!
 12 EYLÜL DARBESİ VE UŞAK

HAZIRLAYAN: SALİH KILINÇ

Yıl 12 Eylül 1980 Cuma. Artık başka bir Türkiye vardı. Sokaklar tank paletleri sesi ile yankılanırken, Radyolarda merhum Hasan Mutlucan’ın davudi sesi ile söylediği kahramanlık türküleri eşliğinde. Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren, askerin yönetime el koyduğunu, sıkıyönetim ilan edildiğini, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmanın yasak olduğunu açıklıyordu.

Bir gün sonra nasıl olduysa bıçakla kesilir gibi bitmesine rağmen, darbeden önce gazete manşetleri çıkan çatışmalarda ölen insanların haberleriyle doluydu. Darbeden sonra ise işkence, cezaevleri ve idamlar haber olmaya başladı. 1980-84 arasında 17 sol görüşlü, sekiz sağ görüşlü, 24 de adli mahkum, yani tam 50 kişi idam edildi. On binlerce insan işkence gördü. Yüzlercesi kayboldu.

Peki, Uşak 12 Eylül darbesine adım adım nasıl gelmişti? 12 Eylül darbesinde kaç kişi işkence görmüş ve yargılanmıştı? Koskoca bir köy halkı gördüğü işkenceler sonucu kafayı topluca nasıl yemişti?

“BABASI İLE BİRLİKTE DAYAK YEDİ”

12 Eylül askeri darbesinin üzerinden tam 34 yıl geçti. 91 yıllık Demokrasi mücadelemizin son kara sayfasının Uşak’ta bıraktığı ve hala silinmeyen izlerini Özgürlük ve Dayanışma Partisi Uşak İl Başkanı Mahmut Uludağ anlattı.

Bugün 55 yaşında olan Mahmut Uludağ, Ulubey ilçesinde doğdu. İlk, orta ve liseyi bitirdikten sonra, üniversite sınavlarında, Uşak Eğitim Enstitüsü Matematik Öğretmenliği bölümünü kazandı. Sözü Uludağ’a bırakalım:

“Lise yıllarında sol düşünceyle tanıştım. O zaman en büyük sosyalist örgütlenme Dev- Genç ti. Ben de Dev –Gençli oldum. O dönemde faşistlerle ufak tefek kavgalar başlamıştı. 1976- 1977 eğitim yılında Uşak Eğitim Enstitüsü Matematik Öğretmenliği bölümüne kayıt oldum. Niyetim, okuyup öğretmen olmaktı. Okulda benim düşüncemde 3-5 arkadaştık. Okulun tamamı ülkücü ve MHP’li öğrencilerden oluşmuştu. Sayısal çoğunlukları yetmiyormuş gibi, bir de dışarıdan gelip okul bodrumlarında kalan ve öğrenci olmayan kişiler vardı. Yozgat, Adana gibi başka illerden gelen bu kişiler silahlı olup, daha sonra Uşak’ta çeşitli tarihlerde devrimcilerin öldürülmesinde rol alacaklardı.

Okulda, öğrencileri zorla Ülkü Ocaklarına götürme ve aidat toplama gibi eylemler konuyordu toplama gibi çeşitli eylemler yapılıyordu. Biz 3-5 Dev-Gençli bu baskıya karşı çıktığımız için sürekli kavga ediyorduk.  Bir gün babam Ulubey’den beni görmek için okula gelmiş. Tam o geldiği sırada kavga çıktı. Babamın, “Oğlum” dediğini duyan oldukça kalabalık faşist bir grup, üzerimize saldırdı. Hem ben, hem babam birlikte sopa yedik.”

BİRİNİ FAŞİSTLER DİĞERİNİ ASKERLER KATLETTİ

12 Eylül askeri darbesine giden yolda darbenin ayak sesleri Uşak’ta da duyulmaya başlamıştı. Uludağ, Uşak’ta olayların halk arasında “Yay-Kur Olayları” olarak bilinen ve 20’li yaşların başında iki devrimci gencin katledilmesi ile arttığını kaydederek, Yay-Kur olaylarının kendisinin göz altına alınarak işkence görmesi ile başladığını belirtiyor.

“17 Mart 1977 sabahı ülkücü faşistler yine devrimcilere saldırarak dövdüler. Olay yerine gelen polisler de benim olay çıkardığımı öne sürerek hem dövdüler, hem karakola götürdüler. Şimdiki İl Halk Kütüphanesinde bulunan Yay-Kurlu devrimci öğrenciler, benim göz altında ve işkencede olduğumu duyunca, protesto için Eğitim Enstitüsüne bir yürüyüş düzenliyorlar. Bugünkü Öğretmen evinin bulunduğu binanın olduğu yere geldiklerinde, Eğitim Enstitüsünden faşistler tarafından açılan ateş sonucu Haydar Öztürk adlı öğrenci vuruluyor. Hemen Uşak Devlet Hastanesine kaldırıyorlar. Bu arada olayların benim tutuklanmam yüzünden çıktığını öğrenen polis beni serbest bırakıyor. Hastanede Dr. Kemal Savaş, “Bu komünist” diyerek Haydar’a bakmak istemiyor. Geçen sürede Haydar kan kaybından yaşamını yitiriyor. Dr Kemal Savaş kaçıyor. Devrimci öğrenciler, Savaş’ın aracını önce ters çevirip sonra yakıyorlar. Haydar Yoldaşımızın cenazesini Yay- Kur binasına getirdik. Kendisi Denizli Çivril ilçesinin bir köyündendi. Gece olduğu için cenazesini götüremezdik. Bu arada Ünalan ve Kemalöz Mahalleleri sakinleri bize yemek veriyor, biz yakalanmayalım diye polisi oyalıyorlardı. Halkın desteği üst düzeydeydi.

Nöbetleşe cenazeyi beklerken, saat 24.00 sıralarında asker ve polis ortaklaşa operasyona girişti. Yay-Kur binasını sarmışlardı. Binanın kuzey tarafından kaçmak isteyen öğrencilerin üzerine ateş açıldı. Birçok öğrenci parmağından, ayağından vurulmuş veya sıyrıklarla kurutulmuştu mermilerden. Ama bir askerin silahından çıkan mermi Semiha Özakar adlı öğrencinin göğsüne isabet etmişti. Semiha oracıkta yaşamını yitirdi. Zorla okula giren polis ve jandarma yaklaşık 100 kadar devrimci öğrenciyi ring otobüslerine bindirerek şimdiki Bölge Trafik Müdürlüğü bodrumuna götürdüler ve burada akıl almaz işkenceler uyguladılar. 18 Mart’ta halkın tepkisi üzerine bizi serbest bıraktılar. Anıt önünde tüm Uşak halkı toplanmış bize yapılanları protesto etmiş ve bırakılmamızı istemişlerdi. Halkın baskısı ile serbest kaldık.

Ben, 2. Dönem can güvenliğim olmadığı için okula gidemedim ve devamsızlıktan kaldım. Bu arada Uşak’ta Dev-Genç Derneği kurduk.  Daha sonra Dev-Genç, Dev – Yol oldu. Dev-Yol Derneği, kurulduğu 1977 yılından 12 Eylül 1980 yılına kadar, Uşak halkının umudu olmuş, Eşme, Ulubey de tütün mitingleri düzenleyerek, işçi direnişlerine destek olmuş ve halkın gönlünde taht kurmuştu.

1978 yılında Ecevit tekrar Başbakan olmuş, Eğitim Enstitüsünde faşist işgal kırılmış, devrimci öğrenciler çoğalmış, faşistler okula giremez olmuştu.  Daha sonra Süleyman Demirel, MSP ve MHP ile 5. Hükümetini kurmuştu. Bu hükümet tüm eğitim enstitülerini kapatma kararı aldı. Eğitim Enstitüsünde ve liselerde direniş başladı.

UŞAK’TA 5 BİNİ AŞKIN İNSAN İŞKENCEDEN GEÇİRİLDİ

12 Eylül askeri darbesi yapıldığında ben Uşak Cezaevinde örgüt lideri suçlamasıyla yatıyordum. Mahkemem sürüyordu. Bir gün cezaevinde radyoda Hasan Mutlucan türküleri eşliğinde Kenan Evren darbe bildirisi okuyordu. Adi suçtan yatan mahkumlar, “Abi sizinkiler devrim yapmış galiba” diyerek darbeyi devrimcilerin yaptığını sanıyorlardı.

Hemen şunu belirteyim ki Uşak’ta 12 Eylül darbesi ile Dev-Genç davasından 200, diğer devrimci örgütlerden 50 kişi olmak üzere, 250 kişi yargılandı ve işkence görmüştü. Çatışmalarda 10 devrimci arkadaşımız yaşamını yitirmişti. Uşak’ta yaklaşık 5 bin insan işkenceden geçirildi. Hitler Alamanyası’nı aratmayan görüntüler memleketin her yanında yaşanıyordu.

Beni, özel bir yasa ile cezaevinden çıkararak emniyete sorguya götürüyorlar, ayak parmaklarım ve cinsel organıma elektrik veriyorlar, falaka, kum torbası, Filistin askısı gibi yöntemlerle bana ve diğer devrimci arkadaşlara akıl almaz işkenceler yapıyorlardı. Döverken, sesimiz duyulmasın diye sonuna kadar açtıkları teypten İstiklal Marşı’nı çalarlardı. İstiklal Marşı’nın ilk dörtlüğünü bilmeyen bir polis memuru bizden 10 kıtasını okumamızı isterdi. Okusak da döverdi, okumasak da. Dayak yiyeceğimiz için bizde okumazdık.

Gözlerimiz kapalı, yarı çıplak, aç susuz saatlerce bekletilir, dayak ve hakaretlere maruz kalırdık. Omurca Köyü devrimci harekete çok katkıda bulunan ve çok sayıda devrimcinin yetiştiği bir köyümüzdü. Buralı olup da firarda olan devrimci arkadaşlarımızın yakınları köy meydanında jandarma tarafından toplanır, yakınlarının yerlerini söylemesi için çeşitli işkenceler uygulanırdı. Yeni evli bir gelini eşinin yerini söylemesi için kayınpederinin gözü önünde çırılçıplak soymuşlardı. Süleyman Oktay, firarda olduğundan babasının bir gözüne dipçikle vurarak kör ettiler. Omurca halkını köy meydanındaki gölete sokarlar karşıdan karşıya geçmelerini isterlerdi. Bu sadece Omurca da değil, Yapağılar, Büyükkayalı, Akse ve Hanyeri gibi birçok köyde yapılmıştı.”

(Burada araya gireyim: Omurca Köyü halkı bu korkunç baskılara daha fazla dayanamadıkları için birçoğu delirme noktasına gelmiş, yıllarca tedavi görmüştü. S.K)

O dönemde silah bulunduranların silahları teslim etmesi karşılığında bir defaya mahsus af edilmesini sağlayan bir yasa çıktığını kaydeden Uludağ, “Bu konuda da olay abartılmış, kolluk kuvvetleri köylerde, “Akşama kadar biz görmeden bir yere 10 silah atmazsanız bu köyü yıkarız, yakarız” gibi tehditler savurunca, silahı olmayan garibanlar da parası ile borç harç silah alır, teslim ederdi.

Uşak merkezinde ise 20 yaşlarında Fadime isimli bir devrimci kız, gördüğü işkenceye dayanamayarak, emniyetin üçüncü katından atlamıştı. Fadime bu olaydan sonra zihinsel engelli olarak yaşamını halen sürdürüyor. Cezaevlerinde de, “Karıştır-barıştır” mantığı ile bizi faşistlerle aynı hücreye koyarlardı.

O dönemde Uşak Dev-Yol davasında:

7 kişi idam, 13 kişi müebbet, diğerleri 5 ile 15 yıl hapis cezalarına çarptırılmıştı. Ben, örgüt üyeliğinden 15 yıl hapis cezasına çarptırıldım. Cezaevinde 7,5 yıl kaldım. Hiçbir eyleme karışmamıştım. Cezam mahkeme tarafından açıklandığı gün, yattığım gün sayısı, infazla cezamı karşıladığı için tahliye oldum.

1986 yılında özgürlüğüme kavuştum. “12 Eylül işkencesinden sana bugün ne kaldı?” diye sorarsanız, ben hiçbir yerde evde işyerinde uzun süre oturmam. Kalkar cezaevindeymişim gibi volta atmaya başlarım.

O karanlık ve korkunç günlerden bana kalan diğer bir davranış biçimi dek uyurken iki elimle yüzüme darbe gelmeyecek şekilde gard almamdır. Annem, benim bu şeklide uyuduğumu söyler. Bu da sanırım cezaevinde uyurken, içeri girip yüzümüze copla vurdukları için oldu.”

Editör: TE Bilişim