‘BEN BU KENTİ TANIDIKÇA DAHA ÇOK SEVİYORUM’

                                                                                                                    Salih KILINÇ

Bugünkü yolculuğumuzu, Uşak’ın kuzeydoğusuna doğru yaptık. Uşak’ın sularını araştıran Mehmet Keyvanoğlu, Uşak Tanıtım ve Kültür Gönüllüleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Aşçı, tarih ve Uşak sevdalısı Ömer Kahya ve 11 yaşındaki oğlu Cüneyt ile merkeze bağlı Altıntaş Köyündeki, “Leşler Kayası” ve merkez Karacahisar Köyü’ndeki “Hisar “ oldu.

Leşler Kayasının tarihi eser olarak tescil edildiğini biliyorduk. Ama Karacahisar Köyünün tepesinde bulunan Hisar’ın tescil edildiği ve herhangi bir çalışma yapıldığına dair bir bulguya rastlamadık. Onu peşinen söyleyeyim. Altıntaş Köyüne gelmeden 2 kilometre önce sola döndüğünüzde, toprak ve çamurlu bir yoldan “Leşler Kayaları”na ulaşıyorsunuz. Buraya gitmek isteyenlere önerim yağışlı havalarda ve hemen yağıştan sonra gitmeyin. Yolda yarım metreye yakın su dolu çukurlar var. Yine tarih ve doğa dolu bir Pazar geçirmek için gittiğimizde hava 10 dereceydi ve çamur yoktu. Aracımız batmadan rahat rahat gezdik.

Leşleri ortada kalmış

Charles Texier (1802-1871) adlı Fransız Arkeolog ve gezginin 1845 yıllarında yani günümüzden 170 yıl kadar önce Uşak’a gelerek yaptığı bir araştırma ve yanlış tespiti Altıntaş Köyü’nün kaderini değiştirir. Charles Texier, “Küçük Asya” adlı eserinde bu Leşler kayasının bulunduğu yerlerin, daha sonara Banaz Ahat Köyü’nde bulunan Akmonia olduğunu iddia eder.   Bu iddialar sonucu, Akmonia’nın Ahat Köyünde olduğu tarihçiler tarafından bilimsel olarak kanıtlanır. Ama Leşler Kayası nedir? Kimlerden kalmıştır? Gibi soruların cevabı araştırılmaya başlanır.

Leşler Kayası ve Köyü günümüzden 7 bin yıl önce kurulmuş bir mezar ve ibadet alanıdır. Yapılan arkeolojik çalışmalara göre, buranın kurucusunun Firikler olduğu tahmin edilmektedir. Tabi Firiklerden sonra Romalılar, Hıristiyanlığın erken dönemi, gibi bir çok medeniyetlerde bu kaya şehri mezar ve ibadethane olarak kullanmıştır.

Köyün adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur. Altıntaş adının 20. Yüzyılda köyde işlenmesi kolay ve sağlam taş ocaklarının bulunması ve değer kazanmasıyla verildiğini öğrendik.

Ancak 20. Yüzyıla kadar Köyün adı, “Leşler” olarak bilinmektedir. “Leşler” adı da birbiri ile savaşan iki kabilenin savaş meydanında ölenlerin cesetlerini toplamadığı ve ortalık insan leşinden geçilmediği için “Leşler” dendiği söylentileri köyün adının nereden geldiği konusunda bize ipuçları veriyor.

Bu alanda büyük bir su göleti yapılmış. Halk arasındaki adı ile “Baraj” Bu barajın köprüsünde aracımızı bıraktıktan sonra sol tarafımızda doğanın oluşturduğu muhteşem manzara nefesimizi kesiyor. Dev kayalarad oluşmuş şekillere bakan ekip arkadaşlarımın her biri, kaya şekillerini bir şeye benzetiyor. Tabi ekibin diğer üyeleri arasında her yeni betimleme bir mavra konusu oluyor. Güle oynaya, yaklaşık 50 mağaranın bulunduğu bu kaya mezarları gezmeye başlıyoruz.

Nefesimizi tutmuş bir şekilde gezerken bir yarık görüyoruz. Mehmet Keyvanoğlu daha önce Uşak Üniversitesi Öğretim Görevlisi Tarihçi Doç. Dr. Mehmet Karayaman ile buraları gezmiş ve bu yarıktan girmiş çıkmışlığı var. Bize rehberlik ediyor. O bu incecik yarıktan koca gövdesi ile girdi. İki Ömerler maşallah kalem gibi. Cüneyt desen 11 yaşında onun için de sıkıntı yok. Ama ben bu 110 kiloluk duba gibi gövde ile Keyvanoğlu Ağabeyin bile bin bir zorlukla girdiği yarıktan nasıl gireceğim?

Yaratana sığınıp, kamyon tekeri gibi görünen göbeğimi içime çekiyorum. Dağcılık eğitimlerde öğrendiğim bir taktikle yere paralel hale gelip yarıktan içeri kazasız belasız giriyorum. Üstü kapalı ama küçük küçük çatlaklardan güneş ışıkları göz kırpıyor. Kayaların içinde kendimi bir anda 7 bin yılı öncesini yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Başka bir çatlaktan dışarı çıkıyorum.

Allah’a yakın olmak istemişler

Bu doğal oluşumlu kayaların arasında bulunan yaklaşık 50 mağaranın mezar ve ibadethane olarak kullanıldığını yukarıda belirtmiştim. Ancak, Leşler Kayalarında dikkatimi çeken bir olay bu kayaların en teperline doğru yapılmış merdivenler oldu. Sonradan öğrendim ki burada da Allah’a ya da bu kaya mezarlarının kurucularının inandığı Tanrılarına yakın olmak için mezarları o zamanki teknoloji ile en yüksekte yapmaya çalışmış. Ben de bu düşünceden şu hisseyi çıkardım: “İnsanoğlu yeryüzüne geldiğinden beri birbirini kandırdığı yetmiyormuş gibi yaratıcılarını da kandırmaya çalışmış. Ona yakın olup gözüne girecek. “ Yersen.

Sonra mağaraları dolaşmaya başladık. Yer altında bir mağaraya girdik. Mağaranın içerisinde 3 adet muntazam bir işçilikle oyulmuş kapaklı mezarlar var. Ancak, mezarların içi naylon poşet, ped bardak gibi günümüzde yaşamı kolaylaştırdığı kadar bir o kadar da kahreden kahrolası maddelerle dolmuştu. Mağaranın pencere olarak oyulan duvarı da naylonla kaplanmıştı. Yerde koyun pisliklerini görünce, burada çobanların kaldığını tahmin etmekte zorlanmadık.

Ömer Aşçı, kayaların içinde haç resmine benzer ve dört yanı da insan elinden çıkma muhteşem bir işçilikle düzleştirilmiş duvarlar keşfetti. Tahminlerimize göre büyükçe bir ibadethane olması muhtemel bu duvarlar birbirinden uzaklaşmış. Belki de üzeri kapalı bir odaydı. Bilemiyoruz tabi. Ancak bu kısımdan erken dönem Hıristiyan uygarlığını da bu kaya mezarları arasında bize fısıldadığını duyuyoruz. Mehmet Keyvanoğlu, ilginç gördüğü her taşı kaldırarak altına bakıyor. Bir tarihi parça çıkar mı? diye. Hey gidi Mehmet Ağabey, hiç define avcıları sana bırakır mı o eserleri? Leşler Kayası yıllardır tescilli alan olmasına rağmen kaçakçıların taze kazdığı toprağı hemen anlayabiliyoruz. Uşak’a 11 kilometre uzaklıktaki, “Leşler Kayası” tescilli ama bütün sit alanları gibi sürekli korumak gerek. Sanırım bu konuda da en büüyk görev sit alanlarının bulunduğu köylülere düşüyor.

Ey Uşaklı !

Geçen hafta Kayağıl Köyündeki tarihi, bu hafta Leşler (Altıntaş) tanıtmaya çalıştık. Ne gariptir ki, ikisi de Uşak’a 11 kilometre uzakta. Bu tarih ve doğa sana uzakta değil, Uşak’’ta. Mutlak a gör. Gör ve tanı ki başkasına da tanıtabilesin. İnan, hiç pişman olmayacaksın.

Leşler Kayasından sonraki durağımız merkeze bağlı Karacahisar Köyü oldu. Uşak ilinin Merkez ilçesine bağlı bir köyümüzün merkeze uzaklığı 20 kilometre. Köye gelmeden önce sağımızda gördüğümüz genç meşe ağaçlarından birisinin dibinden duman çıktığını gördük. Bizim ekip hemen civarlardan topladığı kar topları ile itfaiyeciliğe soyundu ve karlarla ağacın daha fazla yanmasını önledi. Anlaşılan o yörenin çocuğu olan bir çoban, kuytu diye ağacın dibinde ateş yakmayı tercih etmişti.

Karacahisar’dan bak Uşak’ı göreceksin

Karacahisar Köyüne yaklaştığınızda köyün sol tarafında görünen tepe yine muhteşem görüntüsü ile nefesimizi keserken, burada dalgalanan al bayrak ise içimize bir sıcaklık yaydı ve güven duygusu doldurdu.  Köy girişinde sağ tarafımızda bulunan kabir ise bizi hüzne boğdu. Uşak Valisi Seddar Yavuz’un Uşak’ta göreve başlaması ile yenilenen Çeçeli Kara Murat’ın bu güzel kabrinde daha rahat uyuduğunu düşündük. Yunan Orduları Başkomutanı General Trikopis’i ve mahiyetini Kuvayı Milliyeciler gelene kadar bu dağlarda oyalayıp, bunun bedelini de canı ile ödeyen yiğit Anadolu delikanlısı, Uşak’ın halk kahramanını da selamlayıp, ruhuna bir Fatiha okuduktan sonra, küçük bir köy kahvesine girip yerden selamladık hane halkını.

Kahvede Mustafa Akgün Amca (93) ve Halil İbrahim İşler (73) amcalar bizimle ilgileniyor. Köy hakkında bilgilendiriyorlar. Sözü Halil İbrahim İşler Amcamıza bırakalım:

“Köyümüzün kuzey kısmında Murat Dağları yer alır. Köyün yerleşim alanı, genellikle kayalık ve taşlıktır. Köyümüzün kuzey batısında büyük bir kayalık vardır. Zirvesinden Uşak ve çevre köyler görülür. Güney batısında, Göğem sulama göleti yer alır. Bitki örtüsüne genelde meşe, ardıç ve çam ağaçları hakimdir. Meyve ağaçlarından elma, armut, muşmula boldur. Arazi engebeli olup sulama yetersizdir. Çeşme ve dere sularıyla bahçecilik yapılır. Köyümüz, birkaç aileden türediği için akraba evliliği yaygındır ve zihinsel özürlü insan çoktur.

Köy; adını, yanında bulunan eski dönemlerden kalma Kara Hisar kalesinden almaktadır. 1400 yıllık bir geçmişi vardır. Germiyanoğulları bu bölgeyi yurt edinip, Karahisar kalesini yapmıştır. Kurtuluş Savaşı'nda, Yunanlar tarafından işgal edilmiş, kurtuluş mücadelesinde, Yunan başkamutanı Trikopis, bu köyün güneybatısında Çamtepe mevkiinde yakalanmıştır. Çeçeli Kara Murat'ın kabri bu köydedir. Yunanlarla aramızda kanlı savaşlar geçtiği, yapılan kazılardan çıkan toplu mezarlardan anlaşılmaktadır. Köyün içme suları, dağlardan çıkan kaynak sularıdır. Murat dağının eteğinden çıkıp Uşak'a giden Çokrağan Suyu köyün içinden geçmektedir. Eskiden bu bölgenin bir av bölgesi olduğu söylenmektedir. Köyümüzde, çiftçilik ve hayvancılık yapılmaktadır. En çok arpa, buğday, nohut, fasulye ve haşhaş yetiştirilir. Küçükbaş hayvanlardan koyun, keçi; büyük baş hayvanlardan da inek yetiştirilir. Besicilik çok azdır.”

Kahvede çaylarımızı yudumlarken, Halil İbrahim Amcadan bu bilgileri aldık. Daha sonra Halil İbrahim Amca bizi hisara çıkarmayı kabul etti. Köylüler, buradaki kalenin Bizanslılar zamanında yapıldığını söylüyor. Ancak kesin olmayan kayıtlara göre buz surlar Germiyan Oğulları zamanından kalmış.

Baş yere baktıkça yükselirmiş

Hisara tırmanırken, kuzeyimizde karla örtülü Murat Dağları ve yemyeşil çam ormanları beyazla yeşilin çarpıcı güzelliği gözlerimizi dinlendirirken, ruhumuz dayanılmaz bir dinginliğe bürünüyor. Güneye baktığımızda ise Göğem Göletinin maviliği ile çamların yeşilliği ise bambaşka bir renk armonisi yaşatıyor. O televizyonlarda gördüğümüz Karadeniz veya İsviçre görüntüleri, Uşak’ta memleketimde ayaklarımın altına seriliyor. Aşağı baktıkça başım gururla yükselmekte. Mehmet Keyvanoğlu’nun başlık yaptığım, “Ben bu kenti tanıdıkça daha çok seviyorum” sözünü şimdi daha iyi kavrıyorum. Dedim ya: “Güzellikleri arama uzakta Hepsi Uşak’ta”

Bu güzellikler arasında zirveye varıyoruz. Karacahisar Köyüne adını veren surlar sadece toprak seviyesinde düz bir çizgi halinde kalmış. Kalenin iç kısmında kapılar olduğunu tahmin ettiğimiz bölmeler var. Ömer Kahya, bir küp parçası bulmuş. Karacahisarlılar, buradan devasa küpler çıktığını söylüyor. Ne yazık ki burada hiçbir arkeolojik çalışma yapılmamış. Burası henüz envantere kayıtlı değil.

Diğer Ömer (Aşçı) da bir un öğütme taşı buldu. Dediğine göre burada elle yapılan sürtme sonucu buğdaydan un elde ediliyormuş. Annelerimizin haşhaş sürttüğü gibi. Yine buram buram tarih kokan, doğanın hiçbir güzelliğini esirgemediği memleketimde can dostlarla güzel bir yolculuk gerçekleştirdik.  Kim bilir haftaya, Uşak’ın hangi tarihi ve doğasıyla buluşacağız?

Uşak’ta yaşayıp da bu tarihi görmemek ve bu doğal güzellikleri yaşamamak, kendinize yapacağınız en büyük haksızlıktır.  Uşak’ın tarihini ve doğasını gördükten sonra Uşak’ta yaşamaktan onur duyacaksınız.

Uşak Müftülüğü'nden emekli Mustafa Vural geçirdiği kaza sonucu yaşamını yitirdi Uşak Müftülüğü'nden emekli Mustafa Vural geçirdiği kaza sonucu yaşamını yitirdi

 

Editör: TE Bilişim