Benim de şu Uşak’a  gelişim hey canım rinna nay rinna rinna nay

Bir güzelden ötürü hey canım heyy

Beylerhan Köyüne girdik. Şu Tekstil OSB’yi topraklarında barındıran köy. Uşak’a yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta. Gediz Yolu üzerinde. Sanayisi ve bereketli toprakları ile şirin bir köy. Burada da bizi eski muhtar Selim Mıdık karşılıyor. Selim Bey, Uşak Ziraat Odası Başkanı Nafiz Mıdık’ın babasıymış.

Köyü geziyoruz. Aman Allah’ım yüzlerce yeni doğmuş keçi yavrusu. Kimi yüzümü yalıyor. Kimi paçalarımdan çekiştiriyor. Anlatılmaz bir güzellik. Alp Arslan ile bir duvarın arkasından aşağı iki çoban köpeğini fotoğraflamaya çalışıyoruz. Birden sol yanımda bir sıcak hava akımı hissetim ve korkunç bir hırıltı kulaklarımı tırmaladı. Bir de baktım, Benden büyük bir çoban köpeği. Duvarın üzerinden birbirimizi kesiyoruz. Nefesi ağzından ateş çıkaran ejderha misali yüzümü yalıyor. Aramızda 40 santimetre kadar bir duvar var. Zinciri izin verse sülalemi öpecek. O kadar ahbap olduk yani.

Sonra Selim Bey’in evinin balkonunda nur yüzlü eşinin hazırladığı demli çayları içerken Selim Bey köyün isminin nereden geldiğini ve nasıl kurulduğunu anlatıyor. Aktaş da ne demiştim? Köyün kuruluşunu sonra anlatacağım. Hah zamanı geldi işte. Şimdi, iki hatta üç köyün hikâyesini dinleyeceksiniz. Suriye’den başlayan ve günümüze kadar ulaşan aşk ve intikam dolu bir öykü. Burada sözü ben hemen mihmandarımız Selim Amca’ya bırakıp aradan çekileyim:

“Yıl Miladi 1790 Suriye Halep yakınlarında bir Türk boyunun yaşadığı “Mıdık” kalesi vardır. “Madek” de denir. Madek ya da Mıdık “Küçük” anlamına gelirmiş. Küçük kale anlamında. Burada yaşayan Türk Beyinin yüzüne bakmaya doyulmaz dünya güzeli  güzel bir kızı varmış. Bey de kızın bir dediğini iki etmez, her dediğini yerine getirirmiş. Güzeller güzelinin gönlü bir yiğide düşer de bey bu isteği hiç ikiletir mi* Hemen nişan yapılmış. Düğün için gün sayılırken o da ne? Kara bahtım kör talihim, Ağustosta suya girsem balta kesmez buz olur misali, kaleye gelen bir Osmanlı Paşası yaşına başına bakmadan bu güzeller güzeli kıza göz koymaz mı? Arkasında da koskoca Osmanlı padişahı var ya. Sırtını imparatorluğa dayamış. Boru mu bu? (Şimdi de sırtını hükümete dayayıp halkın ensesinde boza pişiren yöneticiler var ya. Yani 225 yıldır değişen bir şey yok)

Bey ne yapsın şimdi? Paşaya kızını verse koskoca Bey sözünden dönecek. Biricik kızı mutsuz olacak. Vermese padişaha karşı gelmiş olacak. Tasasını kızı ile paylaşmış. Babasını çok seven kızı, “Babacığım sen o paşaya he de. Gerisini nişanlımla ben hallederim” der. Bey de Paşaya “he” der. Düğün yapılır. Gerdek odasına girerler. Kız gelinliğinden hançeri çıkararak paşayı orada öldürür. Kapıda bekleyen sevdiceği de gelir. Gelin hanım beceremezse nişanlısı olan yiğit paşayı devirecektir. Onun için kapıda beklermiş.

Bu olaydan sonra Suriye Mıdık kalesinde kalan boy, “Padişah izimizi bulamasın” diye 15 kola ayrılarak göçe başlar. Kimi Giresun’a, kimi Hatay’a kimi İç Anadolu’ya göçer. Bir kol da Ahmet Bey’in önderliğinde Uşak yöresine gelir.  Önce Selendi tarafında bir göl kenarına yerleşirler. Ancak burası bataklık, rutubetli bir yerdir. O sırada Eşme ilçesinde yaşayan Nazif Oğullarını düşmanı bir kabile vardır. Bunlar, Nazif Oğullarını fena halde pataklayıp durmaktadır. Mıdıkoğlu Ahmet Bey sayesinde bu kez Nazif oğulları düşmanlarını fena pataklar.  Nazif Oğulları yardımlarına karşılık şimdiki Mıdıklı (Güneli) Köyünün olduğu yeri Mıdıkoğullarına yurt olarak verir.

Hastane önünde incir ağacı

Doktor bulamadı bana ilacı

Köye de adını veren Mıdıkoğulları burada mutluluk ve huzur içinde yaşayıp gitmektedirler. Ahmet Bey hakka kavuşmuş yerine oğlu battal Bey Bey olmuştur. Battal Bey’in kızı ya da kız kardeşini bugün Salihli Demirköprü Barajının suları altında kalan bir köyde yaşayan Borlu Bey ister. Borlu Bey de, Manisa da padişah defterdarlığı yapan Karaosmanoğuları himayesindedir.  Kız gelin gider, bir sorun çıkmaz. Ama gel zaman git zaman o güzel kız zayıflamaya sararıp solmaya başlar. Eşinin ve kabilesinin yaşam tarzına bir türlü uyum sağlayamamıştır. Bu arada ince hastalığa (Verem, tüberkiloz)  tutulur.

Eşi ile bir gün hasta hasta  baba ocağına gelir. Derdini kendinden küçük kız kardeşine anlatır ve der ki; “Kardeşim ben ölüyorum. Ben ölünce teyzesisin, çocuğa bakarsın diye eş olarak seni isterse Borlu Bey’e sakın varma” şeklinde vasiyet eder ve ruhunu teslim eder.  Dediği gibi de Borlu Bey kardeşine talip olur. Bu kez kızı vermezler. Yine harp çıkar. Battal bey’in oğlu Sabit Bey Başkanlığında bir kol içinde bulunduğumuz Beylerhan Köyüne gelir. Onun için burasına “Beylerhan” adı verilir. Bir başka rivayete göre köyde yaşayan “Benli Hanım” a ithafen bu isim verilmiştir.

Şimdi Suriye’den göç eden Mıdıkoğulları Mıdıklı Köyünü kurdu. Mıdıkoğulları kızı vermeyince harp çıktı. Karosmanoğullarından kaçanlar da Beylerhan Köyü’nü kurdu. Kaldı geriye Aktaş Köyü. Hani ölen gelin hanımın Borlu beyine verilmeyen güzel kız kardeşi vardı ya. Hah tamam o işte. O da bir Yörük beyi olan Akkaşoğlu  Kerem Bey’e gönlünü kaptırıp onunla evlenince kendilerine yurtluk olarak bugünkü Aktaş Köyü verilir.

“Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine” deyip Sarı Kız köprüsüne geçelim.

Sarı Kız (Beylerhan) Köprüsü: Uşak ili Merkez ilçesine bağlı Beylerhan Köyü sınırları içinde, Gediz üzerinde yer almaktadır. Köprübaşı, Sarıkız, Beynihan ve Güre gibi adlarda verilen köprü, esas adını Beylerhan Köyü‟nden almıştır. Köy adında yer alan han kelimesi, ulaşımla ilgili bir yapı olup, burada vaktiyle bir hanın bulunduğunu ve köprüden geçen kervanların konakladığını hatırlatır.

 Köprü, Uşak ili Merkez ilçesine bağlı Beylerhan Köyü sınırları içinde, Gediz üzerinde yer almaktadır. Köprübaşı, Sarıkız, Beynihan ve Güre gibi adlarda verilen köprü, esas adını Beylerhan Köyü‟nden almıştır. Köy adında yer alan han kelimesi, ulaşımla ilgili bir yapı olup, burada vaktiyle bir hanın bulunduğunu ve köprüden geçen kervanların konakladığını hatırlatır. Beylerhan Köprüsü‟nün doğu ucu alüvyal bir taraça üzerine, batı ucu vadinin dik yamacına (çarpak tarafına) inşa edilmiştir (Fotoğraf 9). Köprünün inşasında yakın çevrede yaygın olarak mostra veren ve işlenmesi kolay olan Neojen yaşlı kalker kesme taşlar kullanılmıştır. Aynı şekilde yörede bulunan kır yerleşmelerinin konut ve eklentilerinde de bu kayacın yaygın bir şekilde kullanıldığı görülür.

Beylerhan Köprüsü üç büyük, üç küçük olmak üzere farklı büyüklükte altı gözden meydana gelmektedir. Ortada iki büyük, doğu uçta üç, batı uçta bir küçük göz vardır. Düz olmayıp; hafif bir yay şeklinde uzanan köprünün ayaklarında hidrolik basıncı azaltmak ve suyla gelen bitki, çöp vb. unsurların birikmesini önlemek için suyun geldiği yöne (memba) doğru selyaranlar yapılmıştır. Büyük gözden her iki tarafa doğru hafifçe alçalan köprü, asimetrik bir tarzda inşa edilmiştir. Köprünün döşeme uzunluğu 60 m, genişliği 3.5 m, büyük gözün ortalama su seviyesinden yüksekliği 7.5 m ve en büyük kemer açıklığı 10 m‟dir (Tunç, 1978:32). Kesme taştan yapılan köprünün kemerleri kasnak şeklindedir. Köprünün, eski bir kitabe yoksa da, Germiyanoğulları ya da Osmanlı‟nın ilk dönemine ait olduğu tahmin edilmektedir. Bazı eserlerde kaynak gösterilmeden Miladi 1350‟de inşa edildiği kaydedilmiştir (Uşak, 1967:205).

Köprü çeşitli zamanlarda tamir edilmiştir. Nitekim köprünün üst kısmında bulunan küçük bir kitabe 1891/1892 (H.1309)‟deki tamire aittir. Bu tamiri Beylerhan Köyü‟nden Mıdıkoğlu Sabit Ağa adında hayırsever ve nüfuzlu bir zat yaptırmıştır. Söylendiğine göre bu zatın dedesi Osmanlı yönetiminde Beylerbeyi rütbesine kadar yükselmiştir (Tümer, 1971:217). Bu köyde aynı aileden Medik oğlu Ahmet Bey de bir cami yaptırmıştır.

Sarı Kızın ahı kör etti ustayı

Şimdi bu köprüye adını veren Sarı Kız’ın öyküsüne geçelim. Bu köprünün yapıldığı çağlarda, gece oldu mu ustalar dinlenmeye çekilir, o dönemde elektrik olmadığı için göz gözü görmezmiş.

Her sabah alaca karanlıkta şafak sökmeden genç bir kız elinde içi süt dolu bir bakraçla inşaat halindeki köprünün üzerinde belirir, sonra taze sağdığı sütü bırakır gözden kaybolurmuş. Kız da kız hani. Ancak masallarda görülür böyle bir huri. İnce belli selvi boylu, sap sarı saçları o yürürken su gibi akar yerleri süpürürmüş.

Köprüyü yapan ustalar da her sabah kimin getirdiklerini bilmedikleri bu sütü alır köprü yapımında kullandıkları harcın içine katarlarmış. Köylüler, Azgın Gediz Çayından defalarca sel geldiğini, asırlık ağaçları kökünden söktüğünü, ancak Sarı Kız’ın sütü ile yapılan bu köprünün sütlü harç sayesinde ayakta kaldığını bize söylediler.

Neyse Efendime söyleyeyim.  Bu ustalardan birisini almış bir merak. Bir gece uyumamış. Sütü bırakırken Sarı Kızı görmüş. Sarı Kız da ustayı. Sarı Kız, süt bakracını bırakarak geldiği gibi sessizce uzaklaşmış. Ama içinden şunları geçiriyormuş: “İnşallah, bu adam beni gördüğünü kimseciklere söylemez. Söylerse iki gözü de kör olsun.”

Uşak Dikendere’deki minik şelale ortadan kalktı Uşak Dikendere’deki minik şelale ortadan kalktı

Sarı Kızın korktuğu başına gelmiş. Usta tüm arkadaşlarına ve köylülere Sarı Kızı gördüğünü söylemiş. Söylemiş söylemesine ama, sarı Kızın ilenmesi de ustayı tutmuş ve iki gözü birden kör olmuş.

Böylece köprünün adı da “Sarı Kız Köprüsü” olarak kalmış.

Editör: TE Bilişim