Türk siyasetinin açmazlarından birisi olan kaset şantajcılığı geçmişte de bazı bakanların başını yemişti. Yakın geçmişte ise CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la ilgili yayınlanan acayip görüntülü kaset, Baykal’ı genel başkanlık koltuğundan etmişti.

Siyasetin önlenemez arazı olan bu utanç verici girişimlerin şantaj olarak kullanılmasını Türk Halkı ibretle izliyor. Büyük çoğunluk ise, bu gibi olayların ülkenin menfaatine olmadığını düşünerek kınıyor ve lanetliyor. Özellikle partiler arasında ve siyasetin linç girişimi olarak kabul edilen son ses kaydı olayı da, Başbakan’a 17 Aralık operasyonundan sonra indirilen siyasi darbe olarak algılandı.

Başbakana ve AK Parti iktidarına karşı sürdürülen bu linç girişimleri elbette burada bitmeyecektir. Ne demişler, “Su uyur düşman uyumaz” Oysa siyasetteki gizli düşmanla başa çıkmak oldukça zor. Onun için Başbakan ve etrafı AKP iktidarının tüm kesimleri hep uyanık ve duyarlı olmalıdır. Zira ortaya çıkan bir olayı, hem de çok ciddi bir olayı kabul etmemek, yalanlamak, montaj gibi yuvarlak sözlerle geçiştirmenin kıymeti harbiyesi olmuyor.

Öyle bir yağlı bir kara ki bu yakıştırmalar sıradan bir adamı bile çökertmeye yeter de artar. Oysa hedefte bir Başbakan var. Suçlama ve iftira varsayımı ne olursa olsun, Başbakan, oğlu ve dolaysı ile ailesini ilgilendiren bu konunun çıkış yolu tektir: O da istifadır. Sayın başbakan istifa ederek soruşturma açılmasına izin vermelidir. Ve her şeyin yalan ve iftira olduğu ortaya çıkarsa yeniden görevinin başına dönebilir ve kendi lehine tüm hukuk yollarının açılacağını bilmelidir.

Son dönemde Başbakan ve iktidarına yönelik girişimlerin ağırlığı ve dozajı artarak sürüyor. İtham ve iftiraların ağırlık noktası ise yolsuzluk ve yandaş kayırmaları ile sınırlı kalırken, yapılan hizmetler ve Türkiye’nin bugünkü geldiği kalkınmışlık noktası ısrarla görmezden geliniyor. İtham ve iftiraların tamamen kıskançlıktan kaynaklandığı tahminleri ağır basıyor.

Ne var ki; amacı ne olursa olsun Türk siyasetinin geçmişine bakıldığında görülecektir ki,  hiçbir siyasi parti aralıksız üç genel seçimi kazanarak 12 yıl iktidar dönemi yaşamadı. Çok partili döneme geçtiğimiz 1950 yılından bu yana Menderes, 3. Dönemine ve seçimlere hazırlanırken silah zoruyla götürüldü. Demirel, 3. Dönemine hazırlanırken 12 Mart 1971 yılında bir muhtırayla alaşağı edildi.

Turgut Özal da 3. Dönemini Cumhurbaşkanlığı makamına taşımış ve sonunu göremeden malum şekilde götürülmüştür. 28 Şubat 1997 yılında Erbakan Hoca’da tüm iyi niyetli çalışmalarının karşılığı olarak sadece 11 aylık Başbakanlık dönemi yaşayabildi.  Eğer istifada direnseydi, sonu belki de Menderes’in akıbetinden farklı olmayacaktı.

Allah, böyle acıları ülkemize bir daha yaşatmasın.